top of page

Ali Taptık

Beyaz Yalanlar

White Lies

7/4 — 19/5/2018

SEDA HEPSEV

Tarık was here

ya da

Bazı sıradan karşılaşmalar

Ali Taptık, "Beyaz Yalanlar" serisinden, 2007–2009

Çalışanların işe gittiği, trafiğin en yoğun halinden normale döndüğü, mağazaların açıldığı, dükkanlara mal getiren kamyonların sokaklarda yürümeyi zorlaştırdığı, dönerlerin henüz pişmeye başlamadığı, ev kadınlarının fatura ödemek ya da market alışverişi yapmak icin en müsait saydığı saatlerde, İstanbul’un büyük parklarından birinde farklı bir hareketlenme başlıyor. Öğrencilerin okula gidip belki ikinci derse geçtikleri kentin bu tanımlı saatlerinde, bir de o gün okula gitmeyi tercih etmemiş olan öğrenciler var. Okul yerine parkta olmayı seçmiş olanlar.

Bu tercihi yapmayı, yani okulda olunması gereken saatler boyunca başka bir yerde bulunmayı, öğrenciliğin getirilerinden bir tanesi olarak baştan kabul ettiğimizde, aslında zil çaldığında teneffüse çıkmak, ev ödevi yapmak ya da sınav olmak kadar olağan bir eyleme dönüştürebiliriz. Yine de, bir yasağı delme, sunulmuş kuralların dışına çıkma dürtüsünün, insan hayatının herhangi bir çağında degil de, özellikle lise döneminde ortaya çıkması ve ergenliğe rastlaması tesadüf olmayabilir. Okuldan kaçmak ise bu amaca yönelik en kestirme yollardan bir tanesi doğal olarak. Otoriteye karşı gelmenin, farklı bir duruş benimsemenin ve yalanın çekiciliğinin yarım bir güne sığdırılmış hali.

 

“Yıllar sonra, lisedeyken kaçaklığımı kimse bilmediği için, okulu kırmak daha zevkli bir şey oldu. Suçluluk duygusu, şehrin sokaklarında attığım her adımı hem bedeli ödendiği için daha kıymetli kılar, hem de aklımda okulu kırmaktan başka bir amaç olmadığı için, sokaklardaki gezintim sırasında gerçek bir amaçsızın, bir aylağın, bir serserinin görebileceği şeylere takılırdım.” (Pamuk, 2005)

 

Orhan Pamuk’un okuldan kaçtığında tutulduğu, içinde yaşadığı kenti ancak yabancılaşarak anlamaya çalıştığı bu flaneur hali, Ali Taptık’ın fotoğraflarında yer alan okuldan kaçan ögrencilerin parktaki tutumlarından bazı yönlerden farklılık gösteriyor. Benzer olan şey ise, öğrencilerin de, bir flaneur’ün de sığındığı mekanların ortaklığı. Her zaman bir devinime sahip olan kent, kentteki caddeler, meydanlar, parklar, sokaklar, bir anlamda bireyin iç mekanda yaşadıklarının sağlamasını yaptığı, düşündüğü ve karşılaştırdığı yerler aynı zamanda. Okuldan kaçan öğrenciler, bu kaçak saatlerinde parka gelerek aslında uzaklaştıkları mekanı, okulu, geride bırakıyorlar.

 

İçinde bulunduğumuz yetişkin konumlarımızdan baktığımızda, okuldan kaçma eylemine Ali Taptık’ın verdigi isimle beyaz yalanlar denebilir kolaylıkla. Ama bu eylemi gerçekleştiren fotoğraflardaki öğrenciler için büyük ihtimalle bu başlıktan çok daha ötesi mevcut.

Ağırlıklı olarak sevgilisiyle buluşmak için gelenlerin yanı sıra, erkek ve kız grupları halinde parkta zaman geçirenler de az değil. Parktaki ücra köşelerde oturan çiftlerin kendi aralarında belli bir düzen kurdukları, birbirlerini rahatsız etmeden zaman geçirdikleri, hepsinin orada olmak için geçerli bir nedene sahip oldukları fotoğraflarda açıkça belli oluyor. Çünkü park; yürüme yolları, temiz havası, bankları haricinde, fotoğraflardaki bu ögrencilere de özel bir mekan sunuyor. Birçoğunun oraya ilk defa gelmedikleri yahut oturdukları çok fazla göze çarpmayan bankı tesadüfen bulmadıkları son derece aşikar. Hatta parkta, okuldan kaçanlara özel olarak tahsis edilmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz bu köşeler, onlardan öncekilere ve büyük olasılıkla sonrakilere de mekan oluşturacak.

Türkiye’de parkları modernleşme sürecinin bir parçası ve temsili olarak ele aldığımızda, aslında en baştaki niyetin şu andakiyle çok da fazla örtüşmediği sonucunu çıkartmamız mümkün. Cumhuriyet döneminde, belki benzerini İstiklal Caddesi’nde görebileceğimiz, şapkalı, takım elbiseli örnek vatandaşların dolaşması için yapılmış bu parklar, zaman içinde modernleşme projesinin de çöküşüyle, kent içinde kendi olması gereken şekli almışlar. Günümüzde, ailelerden çok yöredeki gençlerin rağbet ettiği, boş zaman geçirilip, muhabbet edilen mekanlar haline dönüşmüş bir çoğu. Bunun yanı sıra, “Beyaz Yalanlar” serisindeki gibi, okul kıran öğrenciler için de bu parklar, o günü geçirmek, bir café yahut bir alışveriş merkezinde olmak yerine tercih edilen korunaklı bölgeler halini almış.

 

“Her yapı bir oturma yeri değildir. Bir köprü, bir havaalanı salonu, bir stadium ya da bir elektrik santrali bir yapıdır, oturma yeri değil. (…) Bununla beraber bu yapılar oturma yerimizin alanına girer, bu sözkonusu yapıları aşan ve evle de sınırlı olmayan bir alandır. Traktördeki adam, römorklarının önünde, otoyol üzerinde kendini evinde gibi duyumsar, iplik fabrikasında çalışan işçi kadın kendini evindeymiş gibi görür, elektrik santralini yöneten mühendis evinde bilir kendini. Bu yapılar insana bir hane kazandırır.” (Heidegger, 2007)

 

Parklar gibi yapısal olarak düzenlenmis mekanlar, kent insanına bir yandan sosyal ilişkiler kurma imkanı tanırken, bir yandan da bu ilişkilerden kendini izole etme şansını da verirler. Heidegger’in yukarıda bahsettiği hane kazandırma işlevi ise, Ali Taptık’ın fotoğraflarındaki okul kıran öğrencilerde büyük oranda ortaya çıkıyor. Bir taraftan, arkadaş çevresiyle ortaklaşa yaşanan parktaki konumlanma, bir taraftan da diğer mekandan, yani okuldan ve otoriteden saklanma hali. Park bu anlamda, öğrencilerin hem aile hem de okul gibi toplumun en belirgin iktidar mekanizmalarından kaçarak sığındıgı bir mekan aynı zamanda. Aileyi okula benzer şekilde bir kurum olarak düşündüğümüzde, bu en temel yapının içinde de benzer iktidar, cinsiyet ve ekonomi  olgularının yaşandığı görülür. Dolayısıyla, aile için ayrılmış olan ev, aile bireyleri arasında ilişki kurma zorunluluğuna hizmet ettiğinden, bunun dışında kalan eylemler, en başından aile içine alınmadan dışlanmaktadır. Okuldan kaçarak bir araya gelmek ve sevgiliyle ya da arkadaşlarla ailenin ve okulun gözetimi olmaksızın zaman geçirmek, iktidara kafa tutan bir çeşit dışa dönük eylem sayılabilir.

Çünkü “Beyaz Yalanlar”da gördüğümüz öğrenciler sadece okuldan kaçmakla kalmayıp, itirazlarını görüntülerinde de belirgin sekilde ifade eden öğrenciler. Aslında sadece öğrenciler. Belki de yetişkin olmadan önce ilk ve son defa otoriteye karşı gelmeyi başarabilmiş, bunu farkında olarak ya da olmayarak yapan öğrenciler. Fotoğraftakilerin hemen hepsinde, iktidarın onları görmek istediği şeklin dışına çıkma çabası göze çarpıyor anında. Çünkü bu karşı duruşun haricinde, kendilerini diğerlerinden farklı olarak ifade edebilecek alanları ve fırsatları çok fazla bulunmuyor. Gömleğin içinden görünen bir t-shirt, toplu olması gerekirken tamamen savrulan saçlar, forma giyerken yasak olan takılar, tutulan futbol takımının atkısı gibi minik ayrıntlar, aslında fotoğraflardaki bu öğrencilerin itirazlarını da temsil ediyor. Dış görüntülerine yaptıkları bu manipülasyon, onlara başkalarının belirlediği sosyal kuralların ve düzenin dışına çıkma imkanı sağlıyor.

“Beyaz Yalanlar”da göze çarpan bir diğer ayrıntı ise, kız ve erkek öğrencilerin kendi aralarında kurdukları iktidar rolleri. Gelecekte, şu anda kaçtıkları aile kurumunun bir üyesi olacaklarının ve benzer cinsiyet rollerini orada sürdüreceklerinin sinyalini verir gibiler. Özellikle çiftler arasında görünen bu rol dağılımı, kız arkadaşının omzuna kolunu atarak gururla objektife bakan erkek ögrencinin ve ya büyük ihtimalle ebeveynlerinin korkusundan yüzünü göstermek istemeyen kız öğrencinin tavırlarında belirgin hale geliyor. Erkek gruplarında sigaralı, kızlarda ise hafif makyajlı duruşlar, öğrenci olma halini bir an önce atlatıp, daha özgür konuma geleceklerine inandıkları bir sonraki aşama için sabırsızlandıklarını anlatıyor. Kadın ve erkek olma durumunu, toplumsal olarak bu cinsiyet ayrımını taşıma hevesini, nispeten daha özgür olabilecekleri bir ortamda ve bu özgürlüğü geçici de olsa kendilerinin elde etmelerinin gururu içinde hepsi de objektife poz veriyorlar.

 

Beyaz Yalanlar, teatral ya da gerçekçi ayrımını yapmakta zorluk yaşatan fotoğraflardan oluşuyor. Böyle bir ayrımı yapmanın ne kadar gerekli olduğu tartışılsa da, Ali Taptık’ın fotoğraflarındaki öğrencilerin, herkesin hayatlarının o döneminde en azından bir kere tecrübe ettiği okul kırma deneyimini temsil eden tüm şartlara sahip oldukları her hallerinden belli oluyor. Akşam okuldan çıkış saatlerinde evlerine döndüklerinde sürdürecekleri, aradan seneler geçtikten sonra ise gülerek anlatacakları bu beyaz yalan, aslında kentin kimliğini oluşturan en belirgin gerçeklerden bir tanesi.

 

“Her an gözün görebileceğinden, kulağın duyabileceğinden fazlası vardır kentte, keşfedilmeyi bekleyen bir dekor, bir manzara vardır. Hiçbir şey kendi başına algılanmaz, çevresiyle, kendisini doğuran olaylar zinciriyle, geçmiş yaşantıların anısıyla ilintili olarak algılanır.” (Lynch, 1975)

 

 

Aralık 2007

 

 

 

 

Kaynakça

 

Benjamin, W., (2002), Pasajlar, (Çev.,A. Cemal), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

 

Connel, R. W., (1998), Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, (Çev., C. Soydemir), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

 

Heidegger, M., (2007), “İnşa Etmek, Oturmak, Düşünmek”, 67-70, Kent ve Kültürü, Cogito, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

 

Lynch, K., (2007), “Çevrenin İmgesi”, 153-162, Kent ve Kültürü, Cogito, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

 

Pamuk, O., (2005), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

 

Stokes, M., (2000), “Kültür Endüstrileri ve İstanbul’un Küreselleşmesi”, 145-171, İstanbul, Ç. Keyder (Edit.), Metis Yayınları, İstanbul.

Bu yazı aslen Eylül 2009 – Ocak 2010 sayısı, Yıl 5, Numara 11, artciencia.com'da İngilizce olarak yayınlanmıştır.

bottom of page